16 Aralık 2009

it's over!

Bu blogu kapatıyorum. Hayır, yazmaktan sıkılmadım; tam tersine acayip bir zevk aldım. Ama taşınıyorum. Kendime yeni bir blog açıp, orada sansürsüz yazmak istiyorum. Beni orada kimse tanımayacak!
Haa, bu arada Facebook hesabımı da bugün itibariyle kapattım. Tanıyanların bilgisine...

24 Kasım 2009

günün müziği

Yeni keşfimi paylaşayım istedim blogcanlar. Rock sevenler eminin çok tatmin olacak!
Killola... Müthiş bi grup! Türkiye'de hemen hemen bilen yok gibi tahminimce. Ne radyoda duydum, ne de TV'de gördüm. (Ekşisözlük'te bile yok valla) Dört kişiler ama Lisa diye bi solistleri var ki, evlerden ırak. Yuva yıkar yemin ederim böylesi.. Hatun nem taş, hem de inanılmaz bi sesi var! Los Angeles'tan çıkmışlar ama İngiltere'de de iyi biliniyolar. Gerçi henüz star mertebesine çıkamamışlar ama eminim çok yakındır. Dinleyin siz karar verin... Buraya iki şarkı koydum ama şarkılarının hepsi canavar gibi. Merak edenler için hepsi youtube'da var!



Bu şarkıyı (Is This a Love Song?) Anais diye bi Fransız hatunla söylüyolar. Anais de ayrı bi mevzu.. Onu da sonra yazarım artık...

17 Kasım 2009

bili bonga


Sıpayla birlikte ilk kez bir filmi baştan sona izleyebildik. TV'deki herhangi birşeyi bize izlettirmemeye yemin etmiş olan sıpa, "Charlie'nin Çikolata Fabrikası"nı baştan sona gıkı çıkmadan ve "bili bonga, bili bonga" diyerek izledi. Bu galiba bizim için milat. Hemen gidip benzer filmlerin dvd'leri bulunacak!

03 Kasım 2009

hayat bu (mu)...!

Ölümler neden hep arka arkaya gelir? İki hafta önce babaannem, dün amcam... Ölüm acı, ama daha acısı insanın babasını ağlarken görmesi...

15 Ekim 2009

09 Ekim 2009

günün müziği...

Bu başkan için...

05 Ekim 2009

microben, macroTürkiye...

Krizdi, ekonomiydi, IMF'ydi derken içim bulandı, beynim sulandı, nefterimi kusayım istedim.
Bıktım ulan artık borçtan harçtan. Türkiye'nin durumu da aynı bizim ailenin durumuna benziyo. Micro ekonomimiz, ülkenin makro ekonomisiyle aynı neredeyse. Dış borç (bankalara olan borçlarım), iç borç (eş, dost, akraba filan), bütçe açığı (ay sonunu getirememe diye özetlenebilecek maaşın harcamalara yetmemesi durumu), falan filan devam ediyor böyle. Şu IMF toplantıları haberlerinden de kusmak istiyorum lan!
Bu gavurların economistleri itiraf etmiş: Son krizde büyük ülkelerin bok yemesinin ceremesini küçükler çekecek diye. Bi de üstüne sözüm ona yardım olsun diye kredi vermeye kalkıyolar küçük ülkelere. Tıpkı bizim IMF kredisi olayı gibi.
Az önce aklıma geldi. Bu aynen şuna benziyo. (yine mikrolaştırıyorum olayı)
Zengin komşunuz istemeden veya taammüden geldi evinizin camını kırdı. Sonra da "ya komşi kusura kalma. Al sen şu parayı da camını yaptır. Ama sonra faiziyle ödersin bi ara" demesi gibi. Ulan yavşak! hem gelip benim camımı kırıyosun, üstüne de bundan para kazanıyosun.
Go home yankee! demek istiyorum sayın seyirciler...
Not: Bi de şu bankalar zırt pırt arayıp "X bey şu kadarlık krediniz hazır, hemen şubemize gelip çekebilirsiniz" demesi gibi. Ulan ben sizden kredi istedim mi sülükler? Bırakın lan paçamı! Ayrıca kredi kartımın limitini de artırmak istemiyorum arkadaş. Eğer istersem ben talep ederim Allahın belaları.

28 Eylül 2009

enteresan şeyler

Değişik şeyler öğrenmeyi seviyorum. Değişik dediğim de pek işe yarar şeyler değil. Beynim biraz çöplük gibi. İşe yaramayacak bol miktarda bilgi var. Cep telefonları çıkmadan evvel hemen her evde bulunan kişisel telefon rehberlerinden bizde de vardı ve ben bu rehberin neredeyse tamamını ezbere bilirdim. Annem rehbere bakmaya üşenir, arayacağı arkadaşlarının telefonlarını bana sorardı. İlk işe başladığım yıllarda müdürüm abartıp kendi arkadaşlarının numaralarını bile bana sorardı. Galiba abartan o değil benmişim!
Artık yaşlanıyorum ya, o yüzden bu tür hafıza zorlayıcı şeylerden uzak durmaya çalışıyorum. Neticede hard diskin de bi kapasitesi var. Ama yine de en az 100 ülkenin başkentini filan sayabilirim çok rahat. Ya da umulmadık anlarda tuhaf (ama gereksiz) bilgiler verebilirim sohbet sırasında.



Bunlardan birini bugün öğrendim. Turkish Taffy markasını duymuş muydunuz hiç? Valla ben duymamıştım ama Amerika'nın en meşhur şekerlemelerinden biriymiş. Fakat ne yazık ki artık, 1989'dan beri, üretilmiyor. Zamanının yani 1950ler ve 60lar'ın en kralıymış çünkü diğerleri gibi ağızda hemen erimezmiş. Amerikalılar o yüzden severlermiş.
Yahu, dedim, iyi de neden "Turkish"? Küçük bi araştırma öğrenmeme yetti. (İşte interneti bu yüzden seviyorum. Daha çok gereksiz bilgiye daha kolay ve çabuk ulaşabiliyorum)
Meğer bunun kurucusu Victor Bonomo diye bi herifmiş ve bunun babası Albert J 1800'lerin sonlarında Türkiye'den ABD'ye göçen bir Sefaradmış. (Sefarad nedir bilmeyen de araştırsın, herşeyi benden beklemesin)


"It was not really a taffy but what is technically known as a short nougat," explained Tico Bonomo, Victor's son. Nor was it Turkish. "It was not a family recipe and the name we chose, 'Turkish Taffy,' just reflected clever marketing," he said.

Burası enteresan değil mi? Turkish Taffy adını seçmek, aile için bir pazarlama taktiğiymiş meğer o zaman. Acaba neden? Onu da ayrıca araştırmak lazım derim ben.

HIMYM is back!


Valla aynen böyle diyolar, benim bi suçum yok. Bu Amerikalılar herşeyin kısaltmasını kullanıyor ya, HIMYM diyolar How I Met Your Mother'a...
Evet başladı, yani başlamış geçen hafta da haberim yokmuş. 21 Eylül'de 5. sezonun ilk bölümü yayınlanmış. Hemen internetten izledim. Ne kadar özlemişim!
Bugüne kadar en çok beğendiğim ilk üç dizi içinde.(Diğerlerinden biri de Coupling olurdu herhalde) Zaten eskiden beri izlerdim ama geçen kış oturdum, başından itibaren tüm bölümlerini 2-3 gün içinde bir kez daha izledim. Müthiş bir mizah!
Son bölümde yine yıkıcı diyaloglar vardı. "Door five" gibi... (İzleyen varsa anlayacaktır)
Barney Stinson karakteri TV tarihinde zekice yaratılmış en sempatik karakterlerden biri. Ted'e hafif uyuzum ama olsun. Dizi müthiş, kurtarıyor!
Yaşasın! Artık Salı günleri izleyecek birşey var!

25 Eylül 2009

ayağımı yerden kesenler

Birkaç gündür sıpayla aramızda geçen ve ayağımı yerden kesen bi diyaloğu daha yazmak istiyordum. Ama körolası blogger yada telekom yada dns arızası, her ne boksa, sana girmeme izin vermedi blogcan. Neyse uzatmayayım, anlatayım, sen de dinle:
Mekan: mutfak
Olay: sıpa tezgahta gördüğü antep fıstığı ezmesini çikolatalı gofret sanıyor
-------
- Baba çukatalı istiyorum ben.
- Oğlum o çukatalı değil. Fıstık ezmesi.
- Pıstık ezmesi istiyorum ben.
- Al bakalım.

(İlk lokmadan sonra)
- Beğendin mi oğluş fıstık ezmesini?
- Hıhı. Ama o pıstık ezmesi değiiil.
- Ne peki?
- Yeşil çukatalı.
- Peki öyle olsun.

(Bir iki lokma daha sonra bizim sıpa dünyanın en mutlu bebesi)
- Çok mu sevdin oğluşum. Bi tane daha vereyim mi?
- (Sevinçten zıplıyor) Ya baba.. sen ne güzel adamsın baba yaaaa....
- !?!? (Bittiğim andır)

Not: Hayır, çocuğu aç bırakmıyoruz. Kendisi tatlıya bayılıyor. Babası kılıklı!