28 Temmuz 2009

al sana bir mekan daha ey reader!

Mekan tanıtımı işini sevdim ben. Geçenlerde yeni Nada'yı yazmıştım, yazım çok tuttu. Readerlar yenisini istiyor sürekli. (yalan lan yalan, tuttuğu filan yok).
Yeni mekanımız Mangalevi... Artık Bolu'ya gitmeye gerek kalmadı et yemek için. Kaç kişi gidiyosa sanki! Hemen burnumuzun dibinde Bolu Dağı'nda yediğimiz gibi etleri lüpletebilirsin ey reader. Pirzola, köfte, tavuk şiş, kanat v.s. gayet süper etler mevcut. Kilo ile satıyolar eti ve üstelik ucuz. Valla bak, ben öyle etçi bi adam değilim, o yüzden para vermem ete mete. Ama burası harbiden ucuz et yemek için. Bugün öğleden sonra uğradık biraderle, iki kişi 20 lira filan verdik allah seni inandırsın ey reader. Salata ayran filan da dahil haa. Gerçi ben az yedim. O da sadece köfte. Köftesini de beğendim. Nitekim yediğim nadir et ürünlerinin başında köfte gelir.

Sahibiyle de tanıştım. Benim biraderin arkadaşıymış. Düzgün bi adama benziyo. O yüzden daha bi gidilebilir yani.
(Ulan yoksa o yüzden mi az para verdik? Yani birader verdi :) İndirim filan mı yaptılar birader? Öyleyse söyle de rezil etme beni readera)
Neyse... Haftanın her günü akşam 9'a kadar açıklar. Yerini de tarif edeyim de yazı bitsin. Sıkıldım artık.
İstanbul yolu üzerinde, Acity denen dandik alışveriş merkezinden bi önceki sokağın köşesinde hemen. Yeri de kolay yani. Hadi yine iyisin ey reader. Sayemde artık kurban bayramını beklemene gerek kalmadı et yemek için!

bi değişiklik yaptım, tatile gitmiyorum!

Tatil, tatil, tatil... Yok ulan tatil matil. Gitmiycem tatile. Sormayın bi daha bana bunu. Her gördüğüm insan bu ara tatile nereye gideceğimi soruyo. Sanki mecburmuşum gibi. Gerçi biraz istemem yan cebime koy gibi oldu ama zaten doğru düzgün son tatilimi yapalı 3 (üç) sene oluyor. O yüzden alıştım artık tatilsizliğe.
Tekrar ediyorum: sormayın bi daha bana "tatile nereye gidicen?" diye.
Cehennemin dibine gidicem. Hem orası Antalya'dan daha serindir şimdi!

24 Temmuz 2009

aman sabahlar olmasın!

Dün gece uzuuun bi aradan sonra ilk kez gece dışarı çıktım. Başkandan izni kopardım, Bedük'ü izlemeye gittim If'te. Ha sanki evde oturmayan, her gece alemlere akan bi adammış gibi konuşuyorum ama sıpa doğduğundan beri gezme tozma işleri acayip aksamıştı. Neyse yediğim içtiğim benim olsun gördüklerimi anlatayım.
Aslında anlatacaklarımın büyük kısmı detay. Yazının ana fikri şu: Bedük'ü yolda görsen "bu herif, kesin beyaz Şahini olan, cıstak cıstak bahçeli 7'de gezinen tiplerdendir lan" dersin.
O derece tipi ile müziği uyumsuz bi herif. (yanda kavgadan sonra karakolda ifade veren Sincan delikanlısı Bedük)
Herif bi de dans özürlü, aynı ben. Ya da küçük Emrah, ya da Mustafa Sandal, bilemiyorum. Beceremiyo. Ama ben bile daha iyisini becerebilirim belki biraz uğraşsam. Neticede para kazanıcaz de mi bu işten. Ha çocuk naapsın? Tisbas müzik yapıcan bi de sahnede totem gibi duramazsın di mi? Bu arada, o gözlükler neydi olm Bedük ya!
Sigara yasağı işe yaramış. If dumansız hava sahası olmuş. "Yasak filan takmam olm ben" gibi lise bebesi zihniyetinde olan iki dallama dışında sigara içmeye teşebbüs eden görmedim. Onlar da uyarıldılar zaten. Ama sigara yasağı mekanda bir akım oluşmasına sebep oluyordu. Çünkü sigara içmek için dışarı çıkanlarla, içip geri dönenler, denizdeki dalgalara benzeyen sürekli bir hareket oluşturuyordu.
Bedük'ün sadık bir hayran kitlesi var galiba, bir de bunu farkettim. Hiç duymadığım şarkılarına (ingilizce) eşlik edenler vardı. Valla şaşırdım. (ulan istiklal marşını oku desem sıçarsınız hehe)
Ama en çok tepkiyi kolbastı denen zulmü meşhur eden "automatik" ve algida reklam şarkısı "gel aşka" aldı. Hatta bi ara gençlik hakkaten aşka gelip aşk yapmaya bile başladı. Kanları kaynıyo çocukların naapsınlar. Boş ev filan da yoksa yazık valla :) "Boş ev" hahaaa!
Benim en beğendiğimse Bedük'ün kendi şarkıları değil, "stayin alive" coverı oldu. Valla eleman söylemeye başladığında dışarıda püftürüyodum. Ara verdi de, bee gees çalmaya başladı sandım. O derece yaneeee.
Haa bi de Modern Talking coverladı elemanlar. Yine bizim gençlik coştu kabardı. Bu kadar diskocu olduğunu bilmezdim valla.
Bu arada, oradaki kızlardan hangisi voodoo girl'dü acaba...

21 Temmuz 2009

patron döndü!

Kısa bir aradan sonra geri geldim. Birkaç kişi (blogumun çok da popüler olmadığının göstergesi galiba) neden yeni yazı yazmadığımı soruyordu. Hemen cevaplayayım. Mini bir depresyondan yeni çıktım, sıpa hastalandı dolayısıyla uykusuz geceler yorgun günler geçirdik (neyse ki şimdi iyi), bir de ıvır zıvır işte. Yakında yine yeni yazılarla muhteşem bir dönüş yapıcam :)
Tütün yasağını delmek için nargileciler ne dümenler çeviriyor? Perşembe gecesi If Performance Hall'daki Bedük konserinin tüm ayrıntıları. If'te kim kiminleydi, kim nasıl kolbastı yaptı? Blog yazarları arasında benim top 5'imde kimler yer bulacak? İşte bütün bunlar ve daha fazlası çok yakında BeniBozmaz sayfalarında...
Hehe, kendime medyada kesin iş bulurum ben!


08 Temmuz 2009

sigaranın aşk hayatınıza etkileri!

Hayır, başlık sizi korkutmasın. Sigara paketlerinin üzerinde yazan "sigara spermlerinizi öldürür, sonra bebişiniz olmaz" türünden bir şey değil bahsettiğim. Tam tersine, sigaranın aşk hayatınıza olumlu bir yan etkisinden söz ediyorum.
Malum, çok yakında (galiba 19 Temmuz) sigara yasağı başlıyor. Artık cafe, bar, restoran gibi yerlerde sigara içmek yasaklanacak. 15 yıllık bir sigara tiryakisi olarak kararı kınıyorum. Ama zannetiğiniz sebepten değil, evli olduğum için.
Şöyle anlatayım: Sigara yasağı birçok batı ülkesinde bizden önce başladığı için konuyla ilgili yeni kavramlar da oradan çıkıyor. Bunlardan biri de "smirting". Bu ne lan diyenler için anlatayım. Smoking ve flirting kelimelerinin birleşimi. İki-üç yıl önce özellikle İngilizler kullanmaya başlamış.
Şimdi şöyle oluyor: Bara gittiniz, güzel güzel takılıyosunuz, canınız sigara çekiyor. E ne olacak? Tabii ki dışarıda kapının önünde içebileceksiniz. Haliyle orada sizin gibi erkekler/kadınlar da olacak. Sigara içerken bi yandan da sohbet doğacak, bu küçük sohbetler beraberinde yeni aşkları da getirecek. Belki! Ya da kızın erkek arkadaşı arkanızda belirecek, "noluyo lan burda" diyecek. Siz de ya delikanlılığa b.k sürdürmeyip "sanane lan" diyceksiniz ve kavga çıkacak, ya da "hiiç, çakmağımı unutmuşum da" diyip sıvışacaksınız.
Birçok ülkede yasak sayesinde kapı-önü aşkları doğmaya başlamış. Hatta online aşkları bile geçtiği söyleniyor. Bakalım smirting bizim memlekete nasıl uyarlanacak? Bizde de bu smirting "skills" olmasın sakın! Ne de olsa "smoking kills".

06 Temmuz 2009

mutluluğun resmini çizebilir miyim?

Geçen gün sıpayla birlikte asansördeyiz. 11. kattan inerken yolculuk biraz uzun sürüyor. Sıpa sırtını duvara vermiş, her kattaki kapıya bakarken kafası bi yukarı bi aşağı inip çıkıyor.
Birden durdu, kafasını bana doğru kaldırdı, o muhteşem ve cevabının hiçbir zaman değişmeyeceği soruyu sordu:
"Baba, beni seviyo musun?"
Gözlerim buğulandı. Hemen sarıldık. Hiç değişmeyecek cevabımı verdim.
"Sevmek de laf mı? Ben sana bayılıyorum!"

04 Temmuz 2009

günün müziği

Yaz geldi de geçiyor. Tatile giden var gidemeyen var. Sokaklarda marsık gibi yanmış hatunlar görüyorum sıkça. Gidenlerin tatilinde gözüm yok demeyeceğim çünkü var! Ben gidemiyorsam kimse de gitmesin arkadaş! Neyse bugüne kadar gezdiklerime sayarım artık. Seneye inşallah diyorum, bu güzel yaz günlerinde tatili, Datça'nın mavi denizini, Kaş'ta günbatımını hatta İstanbul'da boğaz kenarındaki ılık esintiyi hatırlıyorum, hayallere dalıyorum, çıkmak istemiyorum.

oyum toprak dede'ye

Sanırım on yıldan fazla oluyor TEMA Vakfı'na üye olalı. İlk üye olduğum zamanlar düzenli olarak bültenlerini filan gönderiyorlardı ama kısa bir süre sonra kesildi. Belki adres değişikliğinden, belki de sadece bir kez bağış yaptığımdan olsa gerek. Ama gönlüm hep onlarla oldu.
Toprak Dede diye anılan Hayrettin Karaca'yı artık bilmeyen yoktur herhelde Türkiye'de. Bilmeyen varsa da gitsin kafasını duvara vursun, bu yazıyı okumaya devam etmesin. Kendisi son günlerde yine gündemde Okan Bayülgen sayesinde. Okan arada bir böyle iyi şeyler de yapıyor bu tür insanları TV'ye çıkararak. İlk kez geçen seneydi sanırım, Kanal D'deki gece şovuna çıkarmıştı Muazzez İlmiye Çığ ile birlikte. Hani şu meşhur Sümerolog. Onu da tanımayan varsa bi tokat atsın kendine, gitsin sonra öğrensin. Ama bu yazıyı okumaya devam etsin. Çığ'ı tanımayanı affedebilirim çünkü.
Okan'ın programında Hayrettin Dede'nin Muazzaz Nine'ye yaptığı kur, sevgisini ifade etmesi hala aklımda.

"Seviyorum seni kız, ne var bunda!" diyordu haylaz bir çocuk gibi.
Meselenin popüler kısmı bir tarafa, dün yine izledim Okan ile Hayrettin Dede'yi bu kez NTV'de. Yine döktürdü, yine geçirdi ona buna. (Yalnız müthiş bir genç kuşak geliyor dedi,buna pek katılmıyorum)
Bir de müjde verdi. Siyasi parti kuracaklarmış. "Hiç tanımadığınız insanlar olacak" dedi Toprak Dede. Bayıldım. Heyecanla bekliyorum.
İlk zamanlardaki misyonu, yani erozyonla mücadele, artık çok daha gelişmiş. Sadece toprak kaybını önlemek değil, aynı zamanda toprak! (ülke) kaybını önlemek olmuş. Mesaj vermek ya da almak sevdiğim şeyler değil ama, dikkatle dinledim yine dedeyi. Yine tüketim çılgınlığı/aptallığı, artık ne derseniz, ondan dert yandı.
"Biz tüketime karşıyız" dedi. "Tamamen değil tabii, yalnızca ihtiyacınız kadar tüketin diyoruz"
O kadar haklı ki! Fırsat bu fırsat, uzun zamandır AVM denen sülüklere ettiğim küfürleri buraya da yazıp ölümsüzleştirmek istiyordum, şimdi vesile oldu. Topunuzun a.q.! (aile okuyor diye kısa kestim)
Yeri gelmişken AVM olayına da gireyim arada.
"Ortaçağ'da şehirlerin en gözalıcı binaları ibadet merkezleriydi. Çünkü hayat, dine dayalıydı. Aydınlanma döneminde bunların yerini sanat merkezleri aldı. Bugün her yerde alışveriş merkezleri inşa ediliyor. Çünkü günümüzde hayatı, ticaret yönlendiriyor"
Bu sözler Ankara'daki Or-An şehrinin de kurucusu olan mimar Şevki Vanlı'ya ait. (Can Dündar'ın bir yazısından alıntıdır).
Rahmetli ne kadar haklıymış. Şimdi düşünün, özellikle kış aylarında evden çıkıp dolaşabileceğiniz neresi var? (Hele de Ankara gibi bir yerde) Kışın sokakta donmaktan iyidir diyenler olabilir ama sokak cafeleri yada mağazaları bana her zaman daha cazip gelmiştir. Bir de bu AVM'lerde bir saat geçirdikten sonra neden baş ağrısı çekeriz, bunun cevabını bilen var mı? Oksijen eksikliği mi, yoksa bendeki katlanma eşiğinin o kadar olması mı acaba?
Konuyu yine dağıttım, Toprak Dede'ye döneyim iyisi mi! Tüketimin azalması gerektiğini söylerken bir şey daha söyledi ki, eğer parti programın koyarlarsa ve bunu slogan yaparlarsa hemen hükümet olurlar. :)
"Eğer sadece ihtiyacımız kadar tüketecek olursak, yılda sadece 15 gün çalışmak yeterli olacaktır" diyor. "Yılda" lafı belki biraz abartı ama hemen herkes "ayda"ya bile razı olacaktır kesin.
"Yiyecek, içecek, sağlık, eğitim... Bunlar dışındaki hemen herşey gereksiz tüketim," diyor çift geyik karaca. Haklılık payı var tabii ama biraz da geyiğe kaçıyor buradan sonrası haliyle. Artık günümüzden Taş Devri'ne dönmek de saçma olur netekim. Gerçi abartması da iyi. Çünkü bu ülkede abartmadan oy almak imkansız.
Tüketim-üretim ilişkisi ve ekonominin çarkları meselesi girecektim bu yazımda aslında ama çok sıkıldım. Şu yazıyı yazmak aralıklarla 2 saatimi aldı allah sizi inandırsın. Düşünüyorum da, gazetelerin köşe yazarlarının işi zormuş ya. Hergün koca köşeyi doldurucak yazı yazmak kolay değil. Gerçi bi dakka ya, o parayı bana verseler neler döktürürüm lan!