28 Ağustos 2009

bir tavsiye, mutlaka bakın!

Bir blog okudum, hayatım değişti... demeyi çok isterdim. Hayatım değişmedi ama bir insana hayran kaldım. Seda Meşeli Odtü"de psikoloji okuyan gencecik bir kız. Kalkıp gönüllü olarak Uganda'ya gitmiş, oradaki yetim çocuklara ders veriyor. Pigmelerle dans diye bir blog takip ediyordum. Onun yazarı Meltem link vermiş. Bu sayede Seda'nın blogunu okudum. Hem de ilk yazısından başlayarak sonuncusuna kadar bir solukta. İnanılması zor bir iş yapıyor Seda. Açlık, sefalet ve yoklukla boğuşan minik çocuklara birşeyler öğretmeye çalışıyor. (Mesela kar kavramından habersiz çocuklara kardanadamı anlatmayı başarmış!)
Benim belki de 30 yaşımda erişebildiğim bilince henüz 22 yaşında sahip olmuş. Düşünüyorum da, ben o yaştayken böyle bir işi, bırakın gönüllü olmayı, hiçbir kuvvet bana yaptıramazdı. Kendisine bin kere bravo diyorum. Gurur duydum valla!
Burada (Ankara'da) Tunalı'da gezen tikicanlara laf edip "gençlik nereye gidiyor mirim) muhabbeti yapıyoruz ama bir de Seda gibileri de var deyip, (iyice 70 yaş muhabbeti) kendisinin blogundan aldığım bir resmi ekliyorum.



Not: Eğer günün birinde bizim sıpa çıkıp karşıma "baba, ben gönüllü olarak Uganda'da yetim çocuklara öğretmenlik yapmaya gidiyorum" derse, söz veriyorum karşı çıkmıycam. (Tamam çok sevinmem bu işe, onu da itiraf edeyim!)

25 Ağustos 2009

fiyasko

Yok abi, olmadı, olmuyor, ve de olmayacak galiba! Bi insan bu kadar mı iradesiz olur? Sigarayı bırakma denemem fiyaskoyla neticelendi. Beceremedim, g.t oldum, kabul ediyorum. Pazar gecesi sigarayı bıraktım, yattım. Sabah 7'de işe geldim. 10'a kadar herşey iyiydi. Saat 11 gibi kıvranmaya başladım. Karşı masadaki Mert'ten bi sigara istedim:

-Bi cıgara versene hacı!
-Yok ki.
-Hadi lan! Harbi yok mu, içmeyim diye mi vermiyosun?
-İçme diye vermiyorum.
-Versene olum! Hasta etme adamı!

Aramızdaki diyalogtan anlaşılıyor herhalde vaziyetimin vahameti. Ben ters yapınca verdi Mert sigarayı sağolsun. Etraftakiler de "içme olum, hazır denemeye başladın, biraz daha sabret" filan dediler hatırladığım kadarıyla. Çok net değil o anlar. Netekim, içmedim. İnanılır gibi değildi. Bir anda hırs yaptım ve...

- Aha da içmiyom lan, dedim attım sigarayı. (çöpe değil, masanın üstüne)

Masanın üstüne, çünkü kıyamazdım. Bi dal sigara boşa gidecekti, heba olacaktı. Gönlüm elvermedi. Saat 12 oldu, yemeğe çıktığımızı hatırlıyorum. Bu bölümler de flu biraz. Yemek sonrası sigara fantezileri kuruyordum kafamda. Çakmağın şıkırtısı, sigaradan alınan o ilk nefes ve öğle saatinde içilen günün ilk sigarasıyla birlikte gelen baş dönmesi. Fantastisch!
Yemekten koşarak indim servise. O da ne? Masanın üstüne attığım sigara yok!

-Nerde laayyyyn burdaki sigara... diye anıracak oldum ki...
İşte o mucizevi ve ilahi an... Zavallı sigaram gazetenin altına saklanmış. Anlaşılan o bile istemiş bırakmamı.
E içtim tabii ki kendisini!

Not: SON SİGARAM aşağıdaki gibi olacak kesin!

24 Ağustos 2009

doğum günü iyi bişeymiş..

Son bir iki şey söyleyip bu doğum günü bahsini artık kapatıyorum. Dün itibariyle 35'ime girdim. Yolu yarılamaya az kaldı yani; ama itiraf edeyim ben ilk kez dün doğum günü pastası mumu üfledim. Hatta 24 saat içinde iki kez üfledim. Ailede böyle bir gelenek olmadığı için çocukluğumda ciddi kutlamalar olmadı, zaten ben de istemezdim. Sonra da "büyüdük artık, eşşek kadar adama ne pastası ne mumu" fikrindeydim. Bunca senedir üfleyemeyişimin (zor oldu yazmak bu kelimeyi) sebebi budur.
Ama dün akşam başkan topladı arkadaşları evde. Mini bir parti gibi bişey. Çok sevindim o kadar insanı bi arada görünce. Gelen herkese teşekkür buradan. (Okumayan varsa ben evrenden iletiyorum mesajımı. Gerçi evren götünden anlamaz inşallah mesajlarımı artık)
İkincisi ise işyerinde mini bir kutlama. Çok şaşırdım açıkçası. Hemen bi organizasyon filan yapmışlar. Utandım birazcık. Pasta kestik, üç tane mum üfledim.
Onlara da çok teşekkürler.
Yalnız bir şey dikkatimi çekti. Dünkü pastada da, bugünkünde de üç tane mum vardı. Niye üç? Bi mesaj var da ben mi anlamıyorum, yoksa öyle mi denk geldi?
Bu arada, çok enteresandır, gelen hediyelerin hepsini beğendim. Enteresan çünkü bugüne kadar bana alınan bişeyi beğenmişliğim yok denecek kadar az. İlla gider değiştiririm, ya da kullanmam öyle bi kenarda durur. Bunların hepsini kullanıcam, söz!

21 Ağustos 2009

günün müziği

sigarayı bırakıyorum

Dosta düşmana, kurda kuşa buradan ilan ediyorum... Bu Pazar günü sigarayı bırakıyorum ey camaat-i tirkayin!
Bundan sonra sigara kokan parmaklar yok... Ev kokmasın, minik sıpamın körpe ciğerleri zarar görmesin diye camdan sarkıp püfletirken, karşıdaki kız yurdunu röntlüyormuşum gibi görünmek yok... Paket bitti diye (yaz neyse de) Ankara'nın eşek buyduran soğuk kış gecelerinde açık bakkal, büfe aramak yok... Yok da yok... Ayda 100-150 tl kara geçmek de cabası...
Dün liseden bir arkadaşla konuştuk, o hatırlattı. Tam 19 yıl olmuş şu zıkkıma başlayalı. Bu ara kafayı yeni araba almaya taktığımdan sürekli hesap kitap yapıyorum. Beynimde rakamlar, araba modelleri, faiz oranları uçuşuyor. Hemen bunu da hesapladım. Bugünün parasıyla neredeyse 23,000 tl harcamışım bugüne kadar sigaraya.
"Bu ne a.q. Oha" dedim, hemen bi tane daha yaktım. "Şurada kalmış üç günün, yak anasını satayım istediğin kadar..."
Kanser manser hikaye. Benim şu anda sigarayı bırakmam için en büyük motivasyonum işin maddi kısmı. Kıçımı yırtıyorum lan yeni bi araba almak için, ama meğer ben orta halli bi araba parasını havaya üflemişim bile bunca sene.
Yalnız sigarayı bırakmam için biraz yardıma ihtiyacım var. Mesela bir deli gömleği olabilir. Yok hayır, ellerim serbest kalmasın da içemeyeyim diye değil. Biraz arabi olabilirim, kimseye girişmemem lazım, ondan. Ama kafa ya da tekme atabilirim, ona göre.
Sigara açılımım konusunda destek arayışlarına başlıyorum bugün itibariyle. Önce başkanla konuşmam lazım. Artık yanımda sigarayı hatırlatacak bişey olmamamsı lazım. O yüzden günde bir paketi deviren başkanla bir süre görüşmeyi düşünmüyorum.
(Yazarın başkana özel notu: Şaka yaptım, sakın arıza çıkarma! hehe)
Ayrıca bundan sonra bahçesi olmayan yerlere takılmam lazım. Sigara yasağı bi işe yarar belki.
Ama buradan söz veriyorum ey cemaat-i tiryakin! İki yüzlülük yapmıycam. Yıllarca baca gibi tütüp, sigarayı bıraktıktan sonra tütün düşmanı kesilenlerden olmıycam ben. "Nası içiyonuz lan şu zıkkımı" yada "çok pis kokuyomuş bu meğer, şimdi yediklerimin tadını daha iyi alıyorum" laflarını duyamayacaksınız benden. "Gel bi de bunu ye, bak aynı tadı alacaksın" esprilerine maruz kalmak istemiyorum çünkü. Ne dese haklıdır bunu diyen herif!
Bu başarı hikayemi buradan anlatmayı düşünüyorum ey ahali. Günlük tefrika şeklinde yapamayabilirim, elim ayağım titrer, klavyeyi filan kırarım belki ama yazmayı denerim.
Beni tanıyanlara son bir not: Bir süre yakınımda dolaşmayın. Hiç aklımdan çıkmayacak bile olsa, bana sigarayı hatırlatmayın. Nası gidiyo diye sormayın. Kısacası bana bulaşmayın. Tekrar başlarsam da sakın "nooldu yemedi mi" filan demeyin.

18 Ağustos 2009

yaşlanmak istemiyorum ulan!

Doğum günüm yaklaşıyor ve ben tam da bu konuda bir yazı yazmak istiyordum ki, Tunç Kılınç diye birinin Fikir Atölyesi adlı blogunda bir yazı okudum. Büyümek üzerine yazmış, bir de liste çıkarmış. Bu listedekilerin hepsi beni (ve belki de seni ey reader) çok yakından ilgilendiriyor ve neredeyse temsil ediyor diyebilirim. O halde başyalalım:

1. Tek kişilik yatakta sevişmek artık aklına dahi gelmiyor.
(haha... yorum yok)

2. Buzdolabında bira ve koladan çok, yiyecek var.
(Buzdolabımda hiçbir zaman bunlar olamadı tek başına. Çünkü sadece kendime ait bir buzdolabım olamadı hiç. Yalnız yaşama şansım olmadı maalesef hayatımın hiçbir döneminde. Oysa ki, en çok istediğim şeylerden biriydi)

3. Yazın sabah saat 6:00 yattığın değil, uyandığın saat.
(Sıpa doğduğundan beri öyle maalesef. Günde 9-10 uyku yetmezken, şimdi 5-6 saat yetiyor da artıyor bile)

4. Arkadaşların için “çıkıyor” veya “ayrılıyorlar” yerine; “evleniyorlar” veya “boşanıyorlar” demeye başladın.
(Ya hiç sormayın... Bu ara evlenen de çok, boşanan da... Haliyle dedikodu da var bol miktarda)

5. Kot pantalon ve kazak artık “ciddi giyimden” sayılmıyor.
(Ciddi giyime itirazım yok. Favorim smart casual)

6. Evde yüksek sesle müzik dinlerken “komşular acaba ne der” demeye başladın.
(Onu zaten aştık, artık sıpanın kudurmasını engellemeye çalışıyoruz)

7. Evdeki kedi veya köpeğe “kalan artık” yemek yerine, veterinerden alınmış diet mamaları vermeye başladın.
(Hiç kedim köpeğim olmadı. Bir muhabbet kuşumuz vardı, adı Cavit. Acı biber hastasıydı. Buradan rahmetliyi anayım dedim)

8. Kanepede uyumak artık sırtını ağrıtıyor. En son yerde uyuduğun zamanı hatırlamıyorsun bile.
(Sadece kanepe değil, artık neredeyse her yer, her şey, her yerimi ağrıtabiliyor. Bel, boyun, omuz, sırt ağrıları canıma tak etti artık)

9. Ucuz şarap artık güzel gelmiyor.
(Pahalısı da pek güzel gelmiyor zaten)

10. Akşam yemeği ve sinema, sevgilinle/eşinle çıktığında yaptığın en önemli etkinlik.
(bu tür etkinlikleri bile özlüyorsun hatta)

11. Eczaneye gitme nedenin prezervatif veya gebelik testinden çok, ağrı kesici veya vitamin almak.

12. “Küçük Prens” kitabı; tekrar okuduğunda sana ilkinden daha farklı mesajlar veriyor.
(Mesaj kaygılı kitapları reddediyorum)

13. Bir arkadaşın hamile kaldığında “nasıl böyle bir salaklık yaparsın” demek yerine, tebrik etmeye başladın.
(

14. Barlara girişte artık kimliğini sormuyorlar.
(Şimdi fark ettim. Bugüne kadar hiç sormadılar ki! Çok ilginç değil mi?)

15. Sabah karşı saat 3′te yenen tavuk kanatları rahatlatmak yerine, midene dokunur oldu.
(Geçenlerde, bilader "çiftliğe gidelim mi" dedi. Cevap: "Manyak mısın olm, bu saatte yemek yenir mi? -Saat henüz 10:30 p.m.-)

16. Anne ve babanın zevk aldığı şeylere (ve hatta söylediklerine) daha fazla “anlam vermeye” başladın.
(Bak işte bu ciddi bir belirti. Artık Türk Sanat Müziği -bu da ne demekse- ve türkü dinlemeyi seviyorum. Türkü derken gerçek türküyü kastettim. TRT koroları filan. Başkan da "giderek babana benziyorsun" diyor. Korkmalı mıyım?)

17. Toplum içinde ağlamak “yakışık almaz” diyorsun.
(Onu hep diyorduk zaten. Genetik kod!)

18. Abi yerine amca, abla yerine teyze diyenler türemeye başladı.
(Birkaç yıl önce sokakta top oynayan çocuklardan biri bana "amca" diye seslendi. Çocuğu bozmadım ama bu "beni fena halde bozdu")

19. Herhangi bir şeyi yapmadan önce iki kere düşünmeye başladın.
(O da zaten vardı. Hatta üç, dört, beş....)

20. Hayal kurduğunu zannederken "plan" yaptığını farkediyorsun.
(Hayal hala kuruyorum ama özellikle uzun vadeli plan yapmıyorum, yapamıyorum. Memleketin hali malum)

21. Bugün yağmur yağabilir diye düşünerek şemsiye taşımaya başladın.
(Aslında bir sakıncası yok tabii ama ne de olsa bu bir simge)

22. Başkalarının senin hakkında ne düşündüğünü umursuyorsun.
(Bu madde çok geçerli değil galiba. İnsan gençken daha çok umursar bence)

23. Karpuzu artık yarım ay gibi kabuğundan değil de, tabaktan yiyorsun.
(Off ya.. Bak bunu özledim. Sıpaya bugün böyle bi karpuz yediricem)

24. Uçuk hayaller yerine, güncel konuları veya geçmişteki anıları daha fazla konuşur oldun.
(Belki benim arkadaş çevremden kaynaklanıyor bilemiyorum ama biz hala uçuk konulardan bahsediyoruz. Örnek: "Hacı, Sharon Stone gelse.....!")

25. Kendini, birilerine nasihat verirken buluyorsun.
(Yaa evet.. Geçenlerde akrabalardan yeni evlenecek birine ve nişanlısına öğüt verdim. İlgiyle dinlediler. Çok hoşuma gitti)

26. Kar yağınca dışarıda kartopu oynamak yerine, karı camdan seyretmeyi tercih ediyorsun.
(Karı zaten sevmem, seyretmeyi bile)

27. Etraftakilere “neden” veya “nasıl” sorularını daha az soruyorsun.
(Doğru)

28. Risk, denge, plan, kontrol, ayıp... Bunlar artık çok iyi bildiğin kavramlar.
(Hatırlatmasan olmaz sanki)

29. İçinden koşmak geliyor, ancak “acaba ne derler” deyip vazgeçiyorsun.
(İçimden daha neler geçiyor, aaah ah!)

30. Hemen her şeye daha az “şaşırır” oldun.
(Evet ama memlekette beni şaşırtacak çok şey oluyor hala)



YAŞAMAYA DAİR

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

Nazım Hikmet, 1947

13 Ağustos 2009

06 Ağustos 2009

ye tatlıyı...

Gregor Samsa artık sanırım Antep'e yerleşmiş iş için. Kebapçıları gezip bize anlatacakmış. Ben de kendisine tatlıcı önerisi yaptım. Umarım dener, beğenir. Hatta bize de bi gönderen olsa da yisek!
Madem gidemiyoruz ey reader, o halde dedim, Ankara'da yaşayanlara iyi tatlı adresleri vereyim sevabına. Ama şerbetli tatlı. Ben tatlı diyince baklava, künefe, şöbiyet anlarım. Muhallebiymiş, keşkülmüş, profiterolmüş, çiizkeykmiş.. Bunlar beni kesmez. Hatta geçen gün işyerinde birkaç arkadaşı ayarttım, 1 kilo baklava söyledik. Uzun zamandır (bir hafta filan olmuştu) tatlı (baklava, künefe v.s.) yemeyen ben kendime geldim. 8-9 dilim baklavayı 1-2 dakka içinde lüpletince alnım ısındı, damarlarımdan kanın aktığını hissettim. Oh be dünya varmış!




Şunu baştan söyleyeyim, Ankara'da çok iyi tatlı yapan yer yok. Genelde insanlar Hacıbaba'yı bilir ama çok bi numarası yok ey reader. Yine de yoklukta baklavası yeniyor. Bilmeyenler için, Balgat'ta Konya yolu üzerinde, Necatibey caddesinde ve Armada içinde bulabilirsiniz. Künefede ise birkaç iyi yer var. Biri Hacı Arif Bey. Kavaklıdere Güniz sokakta Demirel'in evinin karşısında. Kadayıfı biraz gevşek oluyor ama idare eder. Burmalı kadayıfı da iyidir. İki yıl kadar önce bir künefeci daha keşfetmiştim. Ulus'ta heykelin oradaki kavşaktan Dışkapı'ya doğru giderken sol tarafta, Rüzgarlı sokağa gelmeden Urfalı bilmemne diye bir yer. Künefesi şaşılacak kadar iyiydi. Öyle bir yerden beklemezsin yani ey reader, o derece.



Emek 8. cadde üzerinde birkaç kebapçı da künefe yapıyor. Cennetkuşu iyiydi. Ama geçenlerde başkan almış, biraz bozmuşlar. Meğer künefenin porsiyonunu 3 TL'ye indirmişler. İşleri baya kesat galiba Turan hocanın. (kendisi Urfalı bir coğrafya öğretmeniydi, enteresan adamdı) Bir de garip bir yer daha vardı Maltepe'de Ego'nun tam karşısındaki sokakta. Bilmiyorum hala duruyor mu ama güzel, şöbiyetimsi bir tatlı yapardı. Bağdat diye bir yerdi. Maltepe demişken, GMK bulvarı üzerinde Güloğlu var. Baklavası yaramaz ama şöbiyeti iyi. Antares alışveriş merkezinde de şube açmışlar. Ha, bir de Turan Güneş'ten Oran'a giderken TRT'ye yaklaşınca Çağdaş market var. Onun yanındaki sokaktan gir, Altınşiş'te katmer ye ey reader. Orijinaline yakın. Katmer de neymiş diye sorma, git araştır. İnternet diye bişey var!
Aklıma başkaları gelirse, ya da yeni yerler keşfedersem yine yazarım ey reader. Sizi tatlısız bırakmam. Başka yer bilen varsa da bana söylesin gidip deneyeyim. Belki daha iyileri de vardır, bunca zaman mahrum kalmışımdır.
Bir Antep dönüşü arabada tek başımayken 1 (bir) kilo kuru baklavayı Aksaray'a gelene kadar (dört saat kadar) bitirmiş adamım. Tatlıdan anlarım ey reader ama hiç Yozgatlı tanımadım! Ne pis herifim hehe!
PS: Cevizli baklavaya "baklava" denmesine karşıyım. Başka bi isim bulunmalı!

04 Ağustos 2009

ah nazım...


Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...