27 Mayıs 2009

bize vaad edilen gelecek nerede?


Martin Varsavsky Arjantin doğumlu, ABD'de okumuş, şu anda da İspanya'da yaşayan Yahudi bir girişmci. Telekomunikasyondan sağlığa, birkaç alanda çok sayıda şirket kurmuş, çok sayıda ödül almış bir işadamı. Aynı zamanda uluslararası ilişkiler konusunda da eğitim almış ve konferanslar veren, kısacası sözüne itibar edilen biri. Sadece bu özellikleri bile aşağıda bahsedeciğim bir makalesinin dikkate değer olduğunu gösteriyor.
Varsavsky'yi, bir arkadaşım facebook'ta bu makalesini paylaştığında keşfettim. Makalenin başlığı "Where is the future that we were promised?" (Bize vaad edilen gelecek nerede?)
"1945 yılında doğan birisi, hayatının ilk 30 yılında, 1975 yılında doğmuş birine göre çok daha fazla yeniliğe şahit oldu" diyor Varsavsky yazısının bir bölümünde. Ben de 1975 doğumlu biri olarak hemen düşünmeye başladım. Ben doğduğumda TV, telefon, saatte 300 km hız yapabilen arabalar, --Türkiye'de olmasa bile-- hızlı tren, uzay mekiği, antibiyotikler, elektrik!, ateş!, tekerlek! ve daha bir sürü şey icat edilmişti. Üstelik bunların çoğu geçtiğimiz yüzyıl içinde bulanan şeylerdi. Peki son 30 yılda hayatımıza yeni olarak giren ne var hiç düşündünüz mü? Hemen internet akla geliyor ama onun bile temelleri 60'ların sonunda atılmıştı. Bilgisayar teknolojisindeki gelişimin hakkını yememek lazım, kabul. Evet, bir de kablosuz iletişim, yani cep telefonları. Peki bunun dışında akla gelen yeni birşey? Hemen hemen yok gibi değil mi?
Hala aynı mantıkla çalışan motorların kullanıldığı arabalara biniyoruz. 1960'lı yıllarda yaşamış bir araba tamircisi, bugünün arabalarını da kolaylıkla tamir edebilir mesela! TV ve radyo yayınları hala aynı sistemle yapılıyor, hala aynı antibiyotikleri ve aynı ağrı kesicileri kullanıyoruz, organ nakli 30 yıl önce de vardı, giysilerimiz aynı malzemelerden yapılıyor ve insanoğlunun uzayda ulaşabildiği en uzak nokta ay!
Bundan 30-40 yıl önce yapılan uzay konulu filmlerde 2000'lerin başında insanoğlunun uzay maceraları konu edilirdi. (Hatırlayınız Kubrick'in Space Odyssey, Turist Ömer Uzayda v.s.) Demek ki o zaman Hollywood yapımcıları ve senaristleri bile 2000'li yılların başında ırkımızdan çok umutluydu. Fakat tüm bu umutlar boşa çıkmış görünüyor.
Tıp çok hızlı ilerliyor denir hep ama bilimadamları AIDS'e çare bulamadı ve kanserden ölen insan sayısı her geçen yıl katlanıyor. Enerji olarak da hala aynı şeyler kullanılıyor: nükleer ve fosil yakıtlar. Rüzgar ve güneş enerjisi üretimi ve haliyle tüketimi hala çok sınırlı.
Bizim okullarda okuduğumuz dersleri düşünün. Matematik, kimya, fizik... Son 50 yılda ders kitaplarında değişen bir şey var mıdır sizce?
Ekonomik anlamdaysa çok ileri seviyelerde görünüyoruz değil mi? Ama aslında gerçek öyle değil diyor Varsavsky. Bizim neslimiz, anne-babalarından ekonomik olarak daha kötü durumda olan ilk nesildir diyor. Haklı mı acaba? 50 yıl önce, --hatta Türkiye için o kadar da geri gitmeye gerek yok, mesela 20 yıl yeter-- bir ailede genelde sadece baba çalışır para kazanırdı. Oysa modern zamanımızda, genelde hem anne hem de baba (iş bulurlarsa) çalışıyorlar ve bir ev yada bir araba sahibi olmak için yıllaaaar boyu kredi/borç ödemek zorunda kalıyorlar. Eşden dosttan alınan borçlarla ev sahibi olan akrabalar şimdi nerede? Büyüklerimizin, "paranın kıymeti kalmadı" sözleri kulaklarınızda çınlıyordur eminim!
Peki bu zaman zarfında insanın kültürel değişimi nasıl oldu acaba? Sinemada bilgisayar teknolojisindeki gelişime bağlı olarak görsel efektler anlamında bir değişim inkar edilmese de, temelde konular aynı, teknikler çok benzer, hatta artistler/aktristler bile hala aynı. (Bkz. Altın Kızlar Türk versiyonu) Sinemaya gittiğimizde filmi izlediğimiz perde aynı mesela. Dijital bir ilerleme var ama bu beraberinde kaliteyi getirmiş değil maalesef. Yani ilerleme ancak elekronik alanında olmuş, optik anlamda değil. Birçok usta fotoğrafçı Leica'nın eski modellerini, dijital makinelere tercih ediyor mesela. Plastik sanatlarda da zaten radikal değişimler olması pek mümkün görünmüyor. Ama müzik konusu biraz kafa karıştırıcı.
Bir önceki postta müzik zevkimin değiştiğini, artık gürültülü müziğe çok da tahammül edemediğimi yazmıştım. Dinlediğimiz müzikler için de tuhaf bir durum söz konusu aslında. Ben ve birçok arkadaşımın anne/babası gençliğimizde dinlediğimiz müzik türlerinden nefret ederlerdi. Metallica, Guns n'Roses, Bon Jovi gibileri anne/babasıyla dinleyen kaç kişi vardır 30'lu yaşlarında olan? Ama bundan 15 yıl sonra, benim ufaklık 17 yaşında olduğunda, onunla birlikte Madonna dinleyebilirim mesela. (Tabii eğer hala yaşarsa, ki kadın Benjamin Button gibi sanki) Yada bir Beyonce, Black Eyed Peas, Britney Spears, hatta Justin Timberlake'e bile itirazım olmayabilir. En azından bir iki şarkı dinlerim. Neyse, mevzuyu fazla dağıtmayayım.
Sonuç olarak, aslında inovasyonun hızını/oranını ölçmek çok zor ama buluşların hızı azalıyor diyor Varsavsky, ki bence de çok haklı.
Bu enteresan yazının şu cümseliyle bitirelim: "Gençken dişime yapılan dolguyla ilgili yakındığımı hatırlıyorum. Dişçim, ben büyüdüğümde başka bir iş bulması gerekeceğini, çünkü o zamana kadar çürüklere karşı bir aşı bulunmuş olacağını söylemişti. Hani nerede diş çürüğüne karşı aşı?"
Yazının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder